Gümüşlük
Gümüşlük, kültür tarihinin beşiği, Anadolunun koy, burun, Yarımadasının en batı ucunda doğanın sunduğu nimetlerden nasibini fazlasıyla almış, şanslı bir beldemizdir.
Deniz, güneş, toprak, kum, hava ve yeşilin coşkun tonları, rengarenk çiçek ve bitki türü… Bütün bu doğa harikaları burada birleşerek ruh ve zenginlik kazanmışlardır. İnsanlarda bunları kucaklamak için yüzyıllardır bu kıyılara taşınmıştır.
Antik Myndos uygarlığında kalan sur kalıntıları, deniz altındaki dalgakıran, tarihi çeşmeler, kiliseler, Sarnıçlar, mezarlar, kuyular, paralar ve küpler senelerce evvel buralara yerleşenlerin o günlerde bile bu güzelliklerin farkında olduklarının kanıtlarıdır.
Bu yaşlı belde tarih ve kültür zenginliğini bu günlere kadar taşıyarak hak ettiği sevgiyi bulmuştur. Gökkuşağı gibi renkli, bu yörede yaşayan insanlar; bir ayağı karada, bir ayağı denizde, ekonomik ve sosyal gelişmelerini çağlar boyu sürdürmüşlerdir.
Denizin elli kulaç derinliklerine meydan okuyarak dalıp ekmek arayan sünger avcıları bu kıyılarda gelişmişlerdir.
Özgürlüklerini arayan Herodot’a, Artemis´e, Kral Maussollos’a, Turgut Reis´e ev sahipliği yapmış, on binlerce insanı barındırmış ve kucaklamış kıyılardır buralar… Eski Myndos Kenti kalıntıları ile iç içe yaşayan Gümüşlük Köyü, buraya ilk gelenleri büyüler.
Yöreyi tanıyanlar ise her fırsatta buraya gelerek sunulan güzellikleri tekrar tekrar yaşamak isterler.
Bodrumdan kara yolu ile gelirken, daha sahile inmeden Peksimet Boğazını geçip, yel değirmenlerinin olduğu tepeyi aştığınızda görülen manzara mavi, yeşil ve beyazın mükemmel bir karışımıdır.
Kıvrılarak sahile inen yol boyunca narenciye bahçeleri, zeytinlikler, begonviller, şebboylar ve sıcakkanlı köylüler karşılar sizi.
Beyaz taş evlerinin hayatlarından el sallarlar size. Dağ ve yamaçlarda dört mevsim hayvanlar düğün eder. Bin bir otu ve çiçeği fışkırtan bu yerde makiler çalı değil; çiçektir.
Gübre istemez, denilen bu topraklarda, bahar gelince sırtlar, yamaçlar, kırmızıdan pembeye, beyaza, mora, sarıya boyanır. Yalıkavak üzerinden Geriş´i geçip Çoban Burnu mevkisine geldiğinizde kuzeyden Gümüşlüğe yaklaşırsınız.
Burada Ege´nin sonsuzluğunu seyrederken, aşağıda Koyunbaba Koyu sizi oraya inmeye zorlar. Bıçakla kesilmiş gibi duran kayaların ilginç yapısını yakından görmek istersiniz.
Halkın, ot kayası diye adlandırdığı bu yumuşak görüntülü yeşil blok kayalar; bir zamanlar dünyanın yedinci harikası Mozolenin temeline ve Bodrum´un şehir surlarında, denizden denize gemilerle götürülerek kullanılmışlardır.
Denizin ve rüzgarın etkisiyle aşınan kayalar buraya ayrı bir görünüm kazandırır. Üzerindeki sarı ve mor çiçeklere yalnız buraya özgü olup, kurusalar bile renklerini kaybetmezler.
Koyunbaba’dan sonra; incirliklilerin, zeytinliklerin varlığını halen koruyan asırlık damların ve çitlembik ağaçlarının içinden geçerek tarihi Myndos Kenti´ne gelirsiniz.
Yukarıdan bakınca Leleg´lerin burayı niçin yerleşim merkezi seçtiklerini daha iyi anlarsınız. Denizle karanın uyumlu birleşimi ve adaların muhteşem görüntüsü sizi hayran bırakır.
“Tohum dağıtmak, ekmek saçmak” anlamına gelen Sporat takımadaları sanki karaya atılacaklarmış gibi sıralanırlar.
Tavşan Adası
Koyun girişindeki Tavşan Adası´na (Asar) antik şehrin deniz altında kalmış taşları üstünde yürüyerek geçebilirsiniz.
Halikarnas Kralı Maussollos´un kurmuş olduğu Myndos kentinin kalıntıları geçen yüzyıllarda ki büyük depremlerin sonucunda kısmen su altında kısmen de toprak altında ve kara üzerinde kalmıştır.
Bu nedenle Myndos kenti “Batık Şehir” olarak da anılır. Yüzlerce sene evvelinden gelen gizemleri ile bugün insanlara muhteşem bir büyü yaşatırlar. Arkeolojik sit alanı olması nedeniyle korunan çevre, doğallığını büyük ölçüde korumaktadır.
Dönmez Burnu´nun içine kadar girmiş iç liman, bir göl kadar sakindir. En sert havalarda bile denizciler için güvenilir bir sığınaktır.
Filibit olarak anılan buraya bugün birçok ülkenin bayraklarını taşıyan yüzlerce yelkenli ve irili ufaklı tekne demir atmadan geçemezler.
Çoğu daha sonraki gezilerini iptal edip burada kalırlar, dönüş zamanları geldiğinde demirleri toplayıp çıkarken adeta gitmek istemiyorlarmış gibi süzülürler.
Volkanik çöküntü bir yapıdan oluşan köy eskisi gibi yüz metrelik surlarla çevrili değildir, ama tarihi zenginliklerinden halen kalan izler vardır.
Eski Myndos
Eski Myndos uygarlığından kalma eserlerden, stadyum, tiyatro, surlar, mozaik platolar, Dalgakırandan kalıntılar görülebilir. Bizans çağından kalma kilise bugün sanat evi olarak kullanılmaktadır.
Antik çağda öyle bol ve meşhur şarabı varmış ki deniz suyu ile içildiğinde derde deva olurmuş.
Bozdağ’dan çıkarılan gümüş madeninden dolayı Gümüşlük adını almış bu yörede, yamaçlarına tutunmuş evlerden sarkan çiçekler buranın güneşinden ve havasından olacak, sizi imrendirir.
Çiçekli bir köy evine girin ve oranın hayatından denizden batan güneşi mutlaka seyredin.
Evlerin içindeki, kendi dokudukları, ipliğinden maviyi eksik etmedikleri Gümüşlük kilimlerini görün, küçücük pencerelerindeki el emeği göz nuru kanaviçe veya dantel perdelere bakın, Ege kültürünün çok renkliliğini yaşayın orada.
Gümüşlük günün kapısını geç açar, geç kapatır. Güneş dağlardan kendini gösterirken ne kadar nazlı davranırsa, batarken daha da nazlanır. Batıdaki Yunan adalarının ardından kaybolduktan sonra bile kızıldan mora çeşitli renklerin dansı uzun süre devam eder.
Bu görkemli doğa olayını izlemek bir ayrıcalıktır.
Kıyının her bölgesinde, sahilden veya açıktan, kayaların üstünden, yanından her yerinden denize girilebilir bu arada.
Mavi Bayrakla ödüllendirilmiş bu sahillerde deniz suyunun berraklığı, temizliği bir harikadır. Yüzmek ise dayanılmaz bir keyiftir, bu sularda…
Bir de, hiçbir yerde esmeyen o özgür ferahlatıcı rüzgarın altında güneşlenmek çok daha başkadır.
Kışın ve yazın bu özgür rüzgar eksik olmaz; yoksa tepelerde bu kadar değirmenin, denizlerde bu kadar yelkenlinin işi neydi? Süngercilik ve balıkçılık babadan kalma meslektir bu yörede, balık yerleşik halkın sofrasında ekmekten sonra gelir.
Yaşar, Çavuş Adası´nın arka yönünde fok balıkları buranın insanları ile beraber olmaktan keyif duyarak yaşamlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Bugün yerli, yabancı Gümüşlüğe uğramadan yapamaz.
Deniz, yosun ve balığın kokusuna hiçbir yerde bu kadar yaklaşamazsınız. Muhteşem Gümüşlük geceleri başladığı zaman, yıldızların parıltıları koyun durgun sularında oynaşmaya koyulur.
Yalı boyunca dizilmiş rengarenk lokantalar size kucak açar ve bütün Yarımada´nın en güzel balığının Gümüşlükte sunulduğunu kanıtlarcasına hemen deniz kıyısında hazırladıkları o doyumsuz mezelerle donatılmış masalarına oturmadan yapamazsınız.
Ve o Çok sessiz geceler, adeta Myndos Tanrılarının yıldızların arasından selam gönderir, duygularını yaşarsın ve muhteşem gecelerde hiç uyumak istemezsin.
Tanrı bu beldeye elindeki tüm güzellikleri sunmuştur. Deniz, güneş, toprak, kum, hava ve yeşilin coşkun tonları, rengarenk çiçek ve bitki türü…
Bütün bu doğa harikaları burada birleşerek ruh ve zenginlik kazanmışlardır. İnsanlarda bunları kucaklamak için yüzyıllardır bu kıyılara taşınmıştır.
Antik Myndos uygarlığından kalan su kalıntıları, deniz altındaki dalgakıran, tarihi çeşmeler, kiliseler, sarnıçlar, mezarlar, kuyular, paralar ve küpler senelerce evvel buralara yerleşenlerin o günlerde bile bu güzelliklerin farkında olduklarının kanıtlarıdır.
Bu yaşlı belde tarih ve kültür zenginliğini bugünlere kadar taşıyarak hak ettiği sevgiyi bulmuştur.
Gökkuşağı gibi renkli, bu yörede yaşayan insanlar, bir ayağı karada, bir ayağı denizde, ekonomik ve sosyal gelişmelerini çağlar boyu sürdürmüşlerdir.
Denizin elli kulaç derinliklerine meydan okuyarak dalıp ekmek arayan sünger avcıları bu kıyılarda yetişmiştir.
Özgürlüklerini arayan Herodot’a, Artemis’e, Kral Maussollos’a, Turgut Reis’e, ev sahipliği yapmış, on binlerce insanı barındırmış ve kucaklamış kıyılardır buralar.